Sivas Lisesi'nde geometri dersinde. (13 Kasım 1937)

03.07.2011 02:48
Sivas Lisesi'nde geometri dersinde. (13.11.1937)
 

Sivas Lisesi'nde geometri dersinde. (13 Kasım 1937)

                                                                                         

Sivas Lisesi'nde I

"Atatürk, Sivas'a son kez 13 Kasım 1937 tarihinde geldiklerinde, kendilerini Sivas Lisesi'nin Kızılırmak Oymağı olarak istasyonda karşıladık. Yanlarında Kültür Bakanı Saffet Arıkan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Sabiha Gökçen, İsmail Hakkı Tekçe ve yaveri Naşit Mengü bulunuyorlardı.

Atatürk, lise müdürü matematik öğretmeni Ömer Beygo ve başyardımcısı, felsefe öğretmeni Faik Dranaz ve öteki ilgililerle birlikte, doğrudan doğruya liseye geldiler. Burada ilkin 4 Eylül 1919'da tarihsel kongrenin toplandığı kongre salonunu ve özel odalarını gezdiler, duygulandılar.

Sonra, topluluk halinde lisenin 9/A sınıfında proğramdaki geometri (o zamanki adıyla Hendese) dersine girdiler. Bu derste  bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdılar. Öğrenci, tahtaya çizdiği koşut iki çizginin, başka iki koşut çizgisiyle keşismesinden oluşan açıları Arapça adlarını söylemekte zorluk çekiyor ve yanlışlık yapıyordu. Bu durumdan etkilenen Atatürk, tepkisini:

Sivas Lisesi'nde geometri dersinde. (13 Kasım 1937)

"Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle öğrencilere bilgi verilemez. Dersler Türkçe yeni terimlerle anlatılmalıdır." diyerek belirtti ve tebeşiri eline alıp tahtada çizimlere (zaviyenin) karşılığı olarak açı, dılı'nın karşılığı olarak kenar, müselles'in karşılığı olarak da üçgen gibi Türkçe terimleri kullanarak, bir takım geometri konularını ve bu arada Pythagoras teoremini anlattılar.

Atatürk, bugünün dilimizdeki karşılığı koşut olan muvazi kelimesinin yerine, kullandığı paralel teriminin kökenini açıklarken, Orta Asya'daki Türkler'in, kağnısının iki tekerleğinin bir dingile bağlı olarak duruş biçimine para adını verdiğini anlattı.

Büyük Önderimiz Atatürk, bu dersle aynı zamanda Kültür Bakanı'na ders kitaplarının birkaç ay içerisinde Türkçe terimlerle yeniden yazılıp bütün okullara ulaştırılmasını buyurdular.

Bu tarihsel olaya, Sivas Lisesi'nin öğrencisi olarak tanık olmam, benim için mutlu ve unutulmaz bir anıdır."

Kaynak: Tarihsel Bir Anı, Ömer L. Örnekol, Bilim ve Teknik, Tübitak Yayını, Kasım 1981, Sayı:180, Cilt:15, Sayfa:16

 

Sivas Lisesi'nde II

Atatürk ile 45 Dakiaka Yüz Yüze

1937 yılındayız. Sivas Lisesi’nin 4A sınıfında öğrenciyim. Mevsim sonbahar...

Lise müdürümüz Ömer Beygo idi. Biz ona “Değnekli Ömer”, yahut “Rezil Ömer” diyoruz. Ömer Bey, her akşam elinde bastonu kahve, kahve dolaşır, kahvede öğrenci bulursa önüne katar, evine götürürdü. Ana babalara da: “Öğrencinin kahveye gitmesi yasaktır, çocuğunuza sahip olun” derdi. Aileler bu davranıştan dehşetli memnundu. Değneklilik bundan kalmadır.

Ömer Bey’in rezillik lakabını şu olaydan aldığını sanıyorum. Sivas’a bir tiyatro kumpanyası gelmişti. Öğrenciye bileti yüzde elli eksiğine vereceklerini duyurdular. Tiyatro Sivas’a binde bir gelirdi. Lisemizin karşısında bir sinema binası vardı. Zaman zaman orada film de gösterilirdi. Münir Nureddin’in başrolü oynadığı Hurmalar Altında Cemile filmini orada seyretmiştik. Bu benim gördüğüm ilk filmdi.

Biz öğrenciler bu ucuz tiyatro fırsatını kaçırmak istemedik. Kalabalık bir grup halinde bilet almaya gittik. Sinemanın önünde demir parmaklı bir kapı vardı. Biletlerimizi almak istedik, ama kapı kapalı. Öğrenciye bilet kalmadığını söylediler. Biletler tam fiatla  satılmış olmalı. Sinemanın kapısına yığılmış, bekleşiyoruz. Ufaktan gürültü var. Bazan “haksızlık bu” diyen bir ses çıkıyor. O vakit toplu protesto filan bilmiyoruz. Ömer Bey bekardı, lise binasında kalırdı. Öğrenci kalabalığını görmüş, golf pantalonu ve bastonu ile koşarak geldi. Niye bekleştiğimizi sordu, biz de anlattık. “Yüklenin çocuklar kapıya” dedi. Kendi en önde demir parmaklı kapıyı zorladık. Kilit pek sağlam değilmiş açıldı. Biz de içeri daldık. Gerçi koltukların çoğu dolmuştu. Ayakta da olsa oyunu seyrettik, hem de yarı fiatına değil bedava. Oyundan aklımda hiç bir şey kalmamış. Yalnız çok boyalı kadınların göbek attığını hatırlıyorum, bir de seyircilerin ıslıklarını. Ömer Bey’e bundan sonra “Rezil Ömer” dedik. Halkımız rezillik sözünü deli dolu, haklı olunca kanun ve nizam dinlemez, gözünü budaktan sakınmaz insanlar için kullanır. Tümden kötü demek değildir.

Lisemizin çok güçlü bir eğitim ve öğretim kadrosu vardı. Ömer Beygo tanınmış bir matematik hocası idi. Şahap Şımay’dan okuduğum Fransızca ile üniversitede hiç bir güçlük çekmedim. Fizikçi Bahaettin Örnekol, felsefeci Faik Dıranaz, seçilerek Sivas’a gönderilmiş değerli idareci ve öğretmenlerdi. Daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde Eğitim ve Atatürk adlı kitabımı yazarken öğrendim ki, Cumhuriyet, Anadolu’da güçlü kültür merkezleri kurmayı planlamış. Bu merkezler liselerin etrafında oluşacakmış. Bunun için Erzurum, Sivas, Konya, Ankara, Balıkesir gibi liselere özellikle seçilen değerli öğretmenler gönderilmiş.

Sivas Lisesi'nde geometri dersinde. (13 Kasım 1937)

Lisemizde, öğrenciler her sabah okulun bahçesine dizilirdik, kılık kıyafet yoklaması yapılırdı. Bir sonbahar sabahı, yoklamada bize, Mustafa Kemal Atatürk’ün Sivas’a geleceği haber verildi. Gidip kendisini istasyonda karşılayacaktık. Dehşetli heyecanlandık. Kurtuluşun temel taşlarından biri 4 Eylül’de Sivas Kongresi’nde konmuştu. Ve Kongrenin toplandığı binada okuyorduk. Lisemizde Mustafa Kemal’in o vakit yattığı oda müze olarak korunuyordu. Odada küçük tahta bir masa, iki sandalye, bir de demir karyola vardı. Mustafa Kemal bu kongreye gelirken İstanbul dahil, yurdun dört tarafı yabancı çizmesi altındaydı. Aydınların kimi kurtuluşu Amerikan mandasından, kimi İngilizlerle işbirliğinden bekliyordu. Yalnız Mustafa Kemal “İstiklal-i tam”a inanıyor ve Sivas’a tam istiklale ulaşmak için bir Kongre toplamaya geliyordu.

Sivas Valisi, kararsızdı. Osmanlı Sarayı’nı mı tutacaktı, yoksa, kurtuluşu mu destekleyecekti? Daha kararını verememişti. Mustafa Kemal hükümet binasına giderken bir düşmanlıktan, suikasttan endişeli olduğu için Sivas valisini, açık otomobilde yanına oturtmuştu. Çünkü, eski Elazığ Valisi Ali Galip, İngilizlerce tertiplenen bir çetenin başında Mustafa Kemal’i öldürmek için Sivas’a gelmişti.

Bu sefer, 1937 yılında Mustafa Kemal, Sivas’ta hür bir vatanda, vatandaşların sevgisi ile kucaklanmış, gene açık bir otomobilde, ama korkusuz, endişesiz geliyordu. Bütün Sivas ayaktaydı. Biz de sevincin heyecanı ile tir tir titreyerek istasyon binasının arkasındaki küçük meydanda yerlerimizi aldık. Özel tren geldi, Mustafa Kemal Atatürk yanında tanımadığımız bir kalabalıkla binadan çıktı. Golf pantalonu ile Sabiha Gökçen de yanında idi. İstasyon binası ile İstasyon Caddesi’nin arasına kırmızı halı döşenmişti. Atatürk halının üzerinde yürümedi, taşların üzerinden yürüyerek otomobiline bindi. Biz bunu O’nun murailikten hoşlanmadığı ile yorumladık. Bu yorum doğru idi. Atatürk, yaşa, varol sesleri arasında otomobiline bindi, hükümet binasına gitti. Biz de okulumuza döndük.

Dersimiz matematikti. Matematik hocamız da müdürümüz Ömer Beygo. Derse yeni başlanmıştı, sınıfın kapısı açıldı. İçeriye ikisi de golf bir pantalon ve spor bir ceket giyinmiş, Atatürk’le Sabiha Gökçen girdi. Gökçen’i resimlerinden tanıyorduk. Dünyada ilk kadın pilottu ve tek başına küçük bir uçakla Balkan memleketlerini dolaşmıştı. Bir Türk kızının bu cesareti dünya basınında dehşetli övgü ile karşılanmıştı. Hepimiz derhal ayağa kalkarak Atatürk’e saygımızı gösterdik. Onun adı etrafında oluşan efsanenin etkisi altında idik. Gözleri o kadar güçlü imiş ki, kimse gözlerine bakamazmış, bakanlar çarpılmışa dönermiş. Evvela çarpılmaktan korkarak, usuldan ve kaçamak baktık Atatürk’ün gözlerine. Çarpılmadığımız için ders boyu doya doya sevrettik O’nu.

Atatürk oturmamızı işaret etti, oturduk. Dersimizin ne olduğunu sordu. Hendeseydi. En ön sıralardan birinde oturan dişçinin kızı Saadet Uslu’yu tahtaya kaldırdı. Saadet kısa boyluydu. Sınıfın en soğukkanlı kızıydı. Adını iyi hatırlıyorum, siyah okul önlüğü ve beyaz yakası ile temiz bir öğrenci görünümündeydi. Lisede bir zafer marşı öğrenmiştik. Marş galiba Bethowen’in 9. senfonisinin Türkçe çevirisindendi. Marşta şöyle dizeler vardı: “Bu yol bizi saadetin kucağına götürecek, göz yaşları eriyecek hayat neş’e verecek”. Biz de Saadet kızın karşısına geçer, anlamlı anlamlı, biraz da sırıtarak “Bu yol bizi Saadet’in kucağına götürecek” diye bağrışırdık.

Atatürk geçen derste ne okuduğumuzu sordu. İki üçgen hangi koşullarda eşit oluyor, onu okumuştuk. Saadet’e tahtaya iki üçgen çizmesini söyledi. Saadet kara tahtaya yan yana iki üçgen çizdi ve köşelerine ?,?,? (alfa, beta, gamma) harflerini, ikinci üçkenin köşelerine de alfa bir, beta bir, gamma bir harflerini koydu. Bunlar Yunan harfleridir. Nedense o vakit matematik ve hendese terimlerinde bunlar kullanılırdı. Bu harfleri görünce Atatürk birden ciddileşti ve Saadet’ten neden Yunan harflerini kullandığını sordu. Saadet gayet soğukkanlı “Paşam bunları öğretmenimiz Ömer Bey kullandı, ben de onun için kullanıyorum” deyiverdi. Ömer Bey çağrıldı, zaten sınıftaydı. Ömer Bey kalabalık arasından sıyrılıp, Atatürk’ün önünde durdu. Bize öyle geldi ki, biz Ömer Bey’in önünde korkudan nasıl titriyorsak, Ömer Bey de Atatürk’ün önünde öyle titremektedir. Aynı soruyu Atatürk, hocamıza da sordu. Ömer Beygo da topu Milli Eğitim Bakanlığına attı. Bakanlık yeni matematik kitabını daha göndermemişti, ama basıldıkça forma forma gönderiyordu. O kitapta bu harfler kullanılmıştı. Kendisi de bunun için o harfleri kullanmıştı.

Atatürk kitabı görmek istedi. Kitap getirildi. Doğruydu, matematik kitabımızda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk o sayfayı yırttı, kitapla beraber yere fırlattı. Tahtaya doğru yürüdü, alfa, beta, gamma harflerini parmakları ile sildi ve yerine a, b, c yazdı ve bize dönerek: “Çocuklar yeni Türk alfabesi her şeyi ifade etmeye yeterlidir” dedi. Sonra, yeni Türkçeleştirilen matematik terimlerinin önemini ve kolaylığını anlattı. Benim aklımda şu kalmış. Tahtadaki iki üçkeni göstererek bize dedi ki “Çocuklar biz bunlara müsellesi mütesaviyüssakeyn derdik. Siz eşkenar üçgen diyorsunuz, hem Türkçe, hem daha kolay, Siz Cumhuriyetin talihli insanlarısınız. Devrimlerin değerini bilin.”

Atatürk sınıftan çıktıktan sonra, Sivas Kongresi’nde kendisine ayrılan ve lisede müze olarak saklanan odaya gitmiş. Müze de ne? Bir kuru masa, birkaç tahta sandale ve basit bir demir karyola. Atatürk eli ile karyolayı ileri geri sallamış, “Kongre gecesi, sağa sola döndükçe gıcırdayıp beni uyutmamıştı” demiş. Gerçekten karyola gene gıcırdamış.

Atatürk Sivas’tan ayıldıktan bir hafta sonra yeni matematik kitabı, yeni türk alfabesinin harfleri ile geldi. Cumhuriyetin ilkelerine, kurucular inanırlardı. Atatürk de, İnonü de eski Osmanlı okullarında Arap harfleri ile oğrenim görmüşlerdir. Ama 1928 alfabe değişiminden sonra, ikisi de Arap alfabesi ile tek bir satır yazmamışlardır.

Prof. Dr. İlhan Başgöz

Kaynak: www.tuba.gov.tr

Fotoğraf kaynağı: ATATÜRK, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları. Hazırlayan Mehmet Özel (Güzel Sanatlar Genel Müdürü), Sayfa:124