Ulu Önder Atatürk'ün Hayata Gözlerini Kapatması. (10.11.1938)
ATATÜRK'ÜN VASİYETİ
Atatürk'ün vasiyetnamesinin nasıl düzenlendiğini, dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'tan dinleyelim;
Atatürk; karnı delmek suretiyle su almayı önemli ve tehlikeli bir ameliye telakki ediyor, ameliyat sırasında bağırsaklarının delinmesinden korkuyordu. İşte bu endişe iledir ki zaten uzun zamandır beri düşündüğü bir vasiyetname tanzimi işini daha fazla geçiktirmeden bitirmek istemişti.
"1938 senesi güneşli bir sonbahar sabahı müsadesini alarak yanına girmiştim. Büyük adam yatağında başı biraz yüksekte arkası üstü yatıyordu. Odayı solgun bir güneş kaplamıştı. Yüzü fildişi rengindeydi; çehresi zayıfladıkça, irileşen o güzel mavi gözleri denize ve Üsküdar sahillerine dalmıştı.
Odaya girdiğimi hissedince başını bana doğru çevirdi; yatağının ayak tarafında bir yer göstererek oturmamı işaret etti. Her zaman ki sualini tekrarladı:
-"Ne haber?"
O günlerde Avrupa'da siyasi hava çok bozulmuştu. Atatürk umumi endişelere ve bir takım tehlikeli belirtilere rağmen Almanların henüz İtalyanların ise hiç hazırlanmamış olduklarını ileri sürerek müsterih bulunuyor. O sene harp olmayacağını ihtilafların behemahal bir pamuk ipliğine bağlanacağını harbi ancak 1939 senesinde veya ondan sonraki senelerde beklemek lazım geldiğini söylüyorlardı.
Son yirmi dört saat zarfında günlük meselelere dair gelen haberleri hülasa ettim. Görüşünü teyid eder mahiyette olan bu haberleri alaka ile dinliyor ara sıra bazı şeyler soruyor ve kısa cümlelerle mütalaalar beyan ediyordu. Böyle olmakla beraber düşünceli ve heyecanlı olduğu belliydi.
Sözlerimi bitirince sağ kolunu bana doğru uzattı. Doktorlar kati lüzum olmadıkça kuvvet sarfetmesini yasakladıkları için hareketlerinde yardım ediyorduk. Elini tuttum doğruldu yatağının içinde bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karşı sahile baktı. Belliydi ki heyecanını yenmeye çalışıyordu. Gözlerini bana çevirdiği zaman uzun kirpiklerinin ıslandığını farkettim. Bütün hastalığı boyunca yanımda gösterdiği yegane zaaf (eğer bu ulvi sükunete zaaf demek uygunsa) buydu. Sonra önüne baktı ve ağır ağır konuşmaya başladı.
-"Bu yolda konuşmak benim içinde senin için de ağır bir şey ama başka çaremiz yoktur. Konuşmaya mecburuz çocuk. Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik. Hatta bunun içinde kanun çıkarılmıştı: Şu vasiyetname meselesi. Bugün yarın o işi bitirmeliyiz. Nasıl olsa bir gün karnımdan su alınacaktır. Ne olur ne olmaz. Bağırsaklardan biri delinebilir başka bir arıza olabilir. Herhalde ihtiyatlı olmalım"dedi... Gerçekten bunu beş, altı seneden beri ara sıra görüşüyorduk. Uhdesinde kalmış olan bütün menkul ve gayrimenkul malları, Partisine bırakmak niyetinde olduğunu söyler, buna göre bir vasiyetname hazırlamaklığımı emrederdi. Zaten bunu daha 1927 senesindeki Parti kongresinde de ifade etmiş ve sonradan yukarıda izah ettiğimiz gibi, çiftliklerle, bazı binaları hazineye devreylemiş bulunuyordu.
Aynı meselenin bahis konusu olduğu bir konuşmamızda, bunun medeni kanuna göre imkansız olduğunu, mirasçıların mahfuz hisseleri bulunduğunu arz etmiştim; cevap olarak:
-"Her ne ise. Bir çaresini bulmalı ve mutlaka istediğim gibi bir vasiyetname yapmalıyız; sen bu işle meşgul ol" buyurmuştu. Bu hususta büyük hukuk alimi Saruhan Mebusu rahmetli Mustafa Fevzi Efendi ile istişare etmeyi düşünmüş ve kendisine meseleyi açarak mütalaasını sormuştum. Rahmetli Hoca, meseleyi bir, iki gün tetkik ettikten sonra:
-"Paşa Hazretleri için hususi bir kanun çıkarmaktan başka çare bulamadım." demişti; keyfiyeti derhal Atatürk'e arz etmiştim. Ve muvafakati üzerine Büyük Millet Meclisi'nce aşağıdaki kanun çıkanlmıştı:
Kabul Tarihi: 12 Haziran 1933, numarası: 2307
"Madde 1- Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin, kanunu medeninin 452'nci maddesi dairesindeki tasarrufları, mahfuz hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün mallarında muteberdir.
Madde 2- Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 3- Bu kanunun hükümlerini icraya, İcra Vekilleri Heyeti memurdur."
Bu kanun çıktıktan sonra da vasiyetname tanzimini birer suretle ihmal etmiştik. Bunda benim büyük kusurum olduğunu itiraf ederim. Ne bileyim; taşıdığı manadan dolayı olacak, böyle bir vesika tanzimine bir türlü elim varmıyordu ve her konuşuldukça bir vesile ile ileriye atıyordum.
-"Hani seninle ara sıra bir işimizden bahsederdik" sözleriyle Atatürk bana işte bunları hatırlatıyordu.
Şimdi o sevgili ve kıymetli vücudun fena alemindeki günlerinin sayılı olduğunu, bu çok acı hakikati biliyordum ve öyle bir vesikanın tanzimine artık kati lüzum olduğuna da çoktan kani olmuştum. Buna rağmen sarsıldım; içimden yumak gibi bir şey kabarıp boğazımı tıkadı, güçlükle cevap verdim:
-"Emrinizi sırf öteden beri düşündüğümüz bir şey olmak itibariyle dinliyorum; yoksa buna şimdi hiç lüzum yoktur. Yapılacak şey gayet basit bir ameliyedir; buyurduğunuz tehlike katiyen varit değildir."
Ben konuşurken, O heyecanını yenmiş, kendine tamamen hakim olmuştu:
-"Her ne ise" dedi, "şimdi lüzum münakaşasını bırakalım da bunu behemehal yapalım; mal olarak nemiz varsa derhal bir listesini yapıp bana getir!"
Odadan çıktım; büroma indim. Defterlere ve kayıtlara bakarak istediği listeyi yaparken ben de sükunet bulmuştum. Tekrar yanına girdiğim zaman kendisini hala aynı vaziyette buldum; listeyi aldı, tetkik etti:
"Bunlan ikiye ayıracağız, bir kısmı hayatta bulunduğumuz müddetçe üzerimizde kalması lazım gelenlerdir; para, hisse senetleri, Çankaya'daki Köşkle, eşyaları gibi. Yapacağımız vesikaya işte bunları koyacağız; diğerlerini yani Çankaya'dan başka yerlerdeki evleri ve emlaki, Ankara'ya avdet eder etmez, mahalli belediyelerine veya diğer kurumlara verir, muamelesini de yaptırırız!" buyurdu ve vasiyetname hakkında düşündüğü esasları not ettirdi. Bunun evde (O daima ikametgahı için bu tabiri kullanmıştı) şayi olmamasına çok itina etmemi de tembih etti.
Dikte ettiği esaslar arasında para ve hisse senetlerinin o zamana kadar olduğu gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılması şartını ifade ederken:
-"İş Bankası; Celal Bey'in (Bayar) nezareti altında çok iyi çalıştı ve başanlı neticeler aldı. Celal Bey yaşadıkça daima Banka ile alakadar olacaktır; onun için bu kaydı koyalım!" emrini ilave etti.
İsmet İnönü'nün çocuklarına ait maddeyi dikte ederken de:
-"Kendisine bir halolursa -Hasan Rıza Temelli'yi kastederek- kardeşi çocuklarına bakmaz" buyurmuştu.
Vasiyetname açılıp, yayınlandıktan sonra İsmet İnönü'nün çocuklarına ait olan madde üzerinde türlü yersiz yorumlar yapılmış, hatta bunlara tarafımızdan Atatürk'e daha evvel İnönü'nün ölmüş olduğu söylendiğinden böyle bir vasiyette bulunmak lüzumunu duyduğu yolunda bazı dedikodular da katılmıştır.
Gerçek olan şudur: Atatürk herkesin iyiliğini isteyen, buna çalışan, politika icaplariyle özel münasebetlerini titizlikle ayırmayı bilen, arkadaşlıklarına ve dostluklarına içten bağlı olan çok mert ve vefakar bir ınsandı; diğer yandan İnönü o sıralarda, safra kesesi iltihabı gibi tehlikeli bir hastalık geçiriyor ve Atatürk bununla yakından ilgileniyordu. Emriyle, her gün sıhhi durumu hakkında malumat alıyor, kendisine arz ediyorduk; Hatta hastalığı zamanına rastlayan bir gelişinde Prof. Fissenger' yi de Ankara'ya göndermiş, tedavisi ile alakadar etmişti.
Atatürk'ün sıhhi durumuna dair Başbakanlığa gönderdiğimiz raporlann birer sureti de yine emriyle İnönü'ne veriliyordu; bu suretle birbirleri hakkında muntazaman malumat alıyorlardı. Ara sıra vasıtamla mektuplaşıyorlardı da. Buna bir misal olmak üzere Ağustos ayı içinde inönü'nün bana yazdığı bir mektubun -ki o zamandan elimde kalan tek mektuptur- bir suretini aşağıda veriyorum.
Sayın Soyak;
İstanbul'dan aldığım havadisler pek sevindiricidir. Sevgili Atatürk'ün ateşi çok şükür düştü. Birkaç günde kuweti yerine gelir. Hayatımızda heyecanlı bir sevinç tekrar başladı; çok şükür.
Dr. Aras bana Atatürk'ün cihandeğer selamlannı getirdi. Atatürk'e en derin tazimlerle minnetlerimi ve en samimi afiyet dileklerimi takdim ederim. Bir münasip fırsatta yüce huzurlarına arz ederseniz size çok teşekkür ederim. Sevgilerle, selamlar.
İsmet İnönü
Bunu derhal Atatürk'e arz etmiş ve emri üzerine teşekkür, muhabbet ve iyi diklerini bildiren bir cevap vermiştim.
Vasiyetname için en münasip kanuni şekli tespit etmek, dikte ettikleri esasları yine kanuna en uygun tarzda ve müsvedde halinde hazırlamak lazımdı. Bu hususta bir hukukçu arkadaş ile istişare etmek ihtiyacındaydım.
Düşündüm, aklıma Kocaeli Mebusu rahmetli Selahaddin Yargı geldi; kendisini Atatürk de tanır, takdir eder ve severdi. Ona telefon ettim; mutabık kaldığımız veçhile o gece Osmanbey'deki Suna kahvesinin terasında (sonradan bu bina yıkılıp, yerine "Yasan" apartman ve çarşısı yapılmıştır) buluştuk. Beraberce bu konudaki, kanun hükümlerini tetkik ettik; vasiyetnameyi kendi eliyle yazıp, kapalı bir zarf içinde notere tevdi etmesi şeklini münasip bulduk. Selahaddin Yargı'nın tavsiyesiyle bu vazifeyi o zamanki 6'ncı noter İsmail Kunter'e yaptıracaktık, İsmail Kunter Temyiz Mahkemesi azalığından, noterliğe yeni geçmiş, muhterem bir zattı.
Meseleyi Prof. Neşet Ömer İrdelp'e de açtım. Ev halkına, noteri konsültasyon için getirdiği eski bir doktor arkadaşı olarak tanıtması hususunda mutabık kaldık.
Selahaddin Yargı ile bir müsvedde de hazırlamıştık. Ben bunu büyük harflerle tape ettim ve ertesi sabah Atatürk'e kararımızı müsvedde ile beraber arz ettim.
Dikkatle okuduktan sonra:
-"Derhal yazalım, kapıyı kapa, içeriye kimse girmesin" dedi. Doğrulup yatağın içine oturdu; önüne ayaklı yemek tablasını aldı, bunu yazı masası gibi kullanıyordu; ara sıra müsveddeye bakarak yazmaya başladı.
Ben yatağın sağ yanında ayakta duruyor, kendisini müthiş bir heyecan ve teessür içinde seyrediyordum; çok sakindi. Arada bir yazdıklarına da göz atıyordum; hem yazıyor, hem de bazı kelimeleri değiştiriyor, cümleleri manalarına hiç halel getirmeden kısaltıyor ve sadeleştiriyordu.
Eşsiz muhakeme ve zerafeti burada da kendini göstermişti; çok ince düşünüyordu. Mesela bir maddede, kendilerine aylık bağlanmasını vasiyet ettiği hanımlardan beşinin soyadları yazılı idi; yalnız bayan Afet'in soyadı yoktu; O, ailesinin soyadını kullanmıyordu. Henüz başka bir ad da almamıştı; bunu görünce diğerlerinin de soyadlarını yazmadı.
Yine aynı maddede: "Vefatları kadar" ibaresi vardı; bunun yerine: "Yaşadıkları müddetçe" kaydını koydu; O'na göre yaşamak esastı, bir vasiyetnamede dahi olsa, bir insanın ölümünden bahsetmeyi, nezakete ve hayırhahlığa uygun bulmuyordu.
Hemşiresinin Çankaya'da oturduğu eve ait maddede: "İkametine müsaade edilecektir" deniliyordu; bunu: "Emrinde kalacaktır" şeklinde değiştirdi. Dakikalar geçtikçe heyecanım artıyordu; bu tarihi hadisenin tek şahidi olmak düşüncesi beni sarsıyordu; tıkanacak, düşecek gibi oluyordum. Belki biraz da kendime nefes almak imkanını vermek için mırıldandım:
-"Yoruldu iseniz bırakınız; birkaç saat sonra devam edersiniz." Sakin, fakat katı cevap verdi:
-"Hayır hayır, başladık bitirelim!"
Yarıda bırakmak, eline aldığı işi bitirmeden bırakmak. O'nun hayatında tanımadığı, bilmediği bir şeydi; devam etti ve bitirdi. Bana:
Müsveddeyi de buna göre tashih etmeyi unutma!" dedi, müsveddeyi aldım; hemen orada tashih ettim. Vasiyetname aşağıdaki şekli almıştı:
Atatürk'ün Vasiyeti
Dolmabahçe :5-IX-1938
Pazartesi
Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki şartlara, terk ve vasiyet ediyorum:
1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.
2. Her seneki gibi nemadan, nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule’ye ayda bin, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200 lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki yüzer lira verilecektir.
3. Sabiha Gökçen’e bir ev de alınabilecek, ayrıca para verilecektir.
4. Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.
5. İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.
6. Her sene nemedan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.
Artık işimiz bitmişti, yazdığını aldı, bir zarfa koyup kapadı; baş ucundaki komodinin çekmecesine yerleştirdi.
Bundan sonra, yanında kaldığım 15-20 dakika zarfında öteden beriden konuştuk; bir aralık sözü Devlet Reisliğine getirerek şu mütalaada bulundu:
-"Elbette bunda söz ve intihap hakkı sadece milletin ve onun mümessili olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir; yalnız ben bu meseledeki mütalaamı ifade edeceğim. Evvela akla İsmet Paşa gelir; evet! 0, memlekete pek büyük hizmetler ifa etmiştir. Fakat nedense umumun sempatisini kazanamadığı görülüyor; bu yüzden durumu' pek de cazip olmasa gerek. Bir de Mareşal Fevzi Çakmak var. 0, hem memlekete büyük hizmetler etmiş, hem de herkesle iyi geçinmiş, salahiyet sahiplerinin mütalaalanna daima kıymet vermiştir; kimse ile münazaa halinde değildir. Bu itibarla bence, Devlet Başkanlığı için en münasip arkadaş odur. Filhakika kendisi ordu işleriyle uğraşmaktan çok hazzeder, belki ordudan aynımak istemez. Ama Cumhurreisliğinde, aynı zamanda Başkomutanlık mevkiinde de olacağı için bu meşguliyetine devam imkanı daima mevcut demektir; binaenaleyh, kanuni bir yol bulup kendisi namzet gösterilir ve seçilirse çok iyi olur zannederim."
Bu mevzu üzerinde biraz daha 'konuştuk; sözlerinden anladım ki, İsmet Paşa'nın tenkide tahammülsüzlüğünü, hoşgörürlük hassasının yetersizliğini, gerek Hükümette ve gerek Parti başında salahiyet ve mesuliyet sahibi arkadaşlannın sıfat ve haklarına lüzumu kadar, hatta bazen hiç itibar etmeyerek, her işte yalnız kendi arzu ve fikirlerini yürütmeye çalışmasını beğenmemekte, bu hal ve itiyadiyle, ilk günden beri hedef tutulup varılması için mücadele edilen, gayeye tamamen aykırı olarak, memleketi, o zamanlar Avrupa'da mevcut bazı şef idarelerine doğru götüreceğinden endişe etmektedir. Belli idi ki; rahmetli Recep Peker'in, bir Avrupa seyahatinden döndükten sonra, Partinin son kongresine teklif edilmek üzere hazırlayıp İsmet Paşa tarafından da imza edildiğini yukanda izah ettiğim nizamname ve programın faşist esaslarını unutmamış, bunlar kafasında yer etmişti.
İnönü'nün Cumhurbaşkanlığına geçer geçmez, hiçbir ciddi sebep ve lüzum olmadan, kendisini milli şef ve partisinin değişmez başkanı ilan ettirmesi ve bu hali, hür alemle beraber, yurdumuzda da alıp yürüyen fikir cereyanlannın yarattığı kuvvetli dalgalara çarpıncaya kadar devam ettirmeye uğraşması, derin ve uzak görüşlü Büyük Adam'ın endişelerinde ne kadar haklı olduğunu ispat etmiştir.
Mamafih şunu da derhal ilave etmeliyim ki, İnönü dış siyasette vatanımızı İkinci Dünya Harbi'nin felaket ve yıkıntılanndan uzak tutmak maharetini ve iç idarede 1948 senesinden sonra o zamana kadar takip ettiği hatalı yolu çok geç olmakla beraber, iktidardan düşmeyi de göze alarak terk etmek kiyasetini göstermiş, memlekette aziz milletimizin Atatürk inkılapları ile yeniden öz benliğini bulup, eriştiği yüksek seviyeye layık bir idare kurmak için çalışma yoluna girmiştir. Bu silkiniş ve dönüş devresinde, Başvekil olan rahmetli Prof. Şemsettin Günaltay'ın kıymetli faaliyet ve hizmetlerini burada şükranla kaydetmeyi bir vazife telakki ediyorum.
Konuşmada Atatürk haric'i siyasete de temas ederek bu konuda kısaca:
-"Bizim şimdiye kadar takip ettiğimiz açık, dürüst ve barışçı siyaset, memlekete çok faydalı olmuştur. Arkadaşlar da buna alıştılar, hakiki ve hayati mecburiyetler müstesna, bu siyasetimiz devam eder, gider." buyurdu.
Emrettiği gün ve saatte sayın noter İsmail Kunter'i davet ettik, geldi; kendisine haber verdim, biraz vakit kazandırmarnı istedi.
Noteri, Prof. Neşet Ömer İrdelp ile beraber yatak odasının altındaki odada bir müddet beklettik, bu arada bir zabıt tanzim ettik; kendilerinden haber gelince üst kata çıkıp, yanına girdik.
Yataktan çıkmış, traş olmuş, yıkanmış. İpek bir pijama ve yine ipekten koyu kırmızı bir ropdöşambr giymiş, boynuna vişne renginde bir eşarp bağlamıştı; deniz tarafındaki pencerelerin önüne koydurduğu şezlongun üzerine oturmuş, sigara içiyordu.
Bizi görünce hafifçe kımıldadı: "Buyursunlar" dedi; tam karşısına koydurduğu sandalyelerde üçümüze de yer gösterdi; oturduk.
Ulu Önder Atatürk'ün Vasiyetinin noter tutanağı. (6 Eylül 1938)
Hatırımda kaldığına göre, bir müddet İsmail Kunter'le İstanbul'daki noter mevcudu ve o sene yeni çıkan Noterlik Kanunu üzerinde konuştu; getirilen kahvelerin içilmesini bekledi; sonra önündeki sigara masasının üzerine koyduğu kapalı zarfı aldı, notere hitaben:
-"Bu benim vasiyetnamemdir, icap ettiği zaman lütfen kanuni muamelesini yaparsınız!" diyerek kendisine tevdi etti. Derhal kalkıp, hep beraber odadan çıktık. Çıkarken dikkat ettim; üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi ferahlamış, yüzü pembeleşmişti.
Kaynak: Atatürk'ten Hatıralar, Hasan Rıza Soyak, Yapı Kredi Yayınları, ISBN: 975-08-0882-7. Sayfa: 712-718