Çanakkale Savaşları'nda ön siperlerde. (04.06.1915)

03.07.2011 03:05
Çanakkale Savaşları'nda ön siperlerde. (04.06.1915)
Çanakkale Savaşları'nda ön siperlerde. (04.06.1915)

At one of the closest bunkers to enemy lines during the Canakkale war.

                                                                                    

ALBAY HAYDAR ALGANER’İN HATIRA DEFTERİNDEN

Bugün 4 Haziran 1915... Mustafa Kemal’i Arıburnunda kazandığı parlak zaferden dolayı tebrik etmek, hemde cepheyi görmek için karargaha gittim. Çadırın içinde sarılıp öpüştük. ”Gel sana siperleri gezdireyim” dedi. Siperler sakindi. Sadece ara sıra uzakta topçu düellosu oluyordu. Yanında, yaveri, emireri ve çok sevdiği av köpeği vardı. Arıburnu siperlerini gezdirirken bir mazgaldan düşmanı kovaladıkları sahayı görterdi. Bu sırada yanımdan hiç ayırmadığım fotoğraf makinemi çıkartıp “Müsaade edin bir resminizi çekeyim” dedim. “Peki” dedi. Resmi yeni çekmiştim ki az önce ayrıldığımız siperde bir mermi infilak etti. Mazgalda olmasak yaralana bilir, belkide ölürdük. 

Fotoğraf kaynağı: Atatürk  Ve Çanakkale’nin Komutanları, Sermet  Atacanlı. MB Yayınevi 2006. ISBN: 975-9191-11-3. Sayfa: 452

Fotoğraf: Albay Haydar Alganer

I

ÇANAKKALE MUHAREBELERİ  VE  ATATÜRK

1. GİRİŞ

Çanakkale’de kazanılan zaferin Türk askerî tarihinde müstesna bir yeri vardır. Bu ayrıcalık Çanakkale Muharebelerinin Birinci Dünya Harbi’nde cereyan eden Türk savaşları içindeki kronolojik yerinden ve sonuçlarından ileri gelmektedir.

Türk Ordusunun ebedi başkomutanı ulu önder Atatürk’ün Çanakkale muharebelerinde gösterdiği askerlik ve komutanlık sanatı da bu savaşlara başka bir anlam ve önem kazandırmıştır.

Türk Ulusu bu savaşlarda yaklaşık 85.000 şehit vermiş, ilim ve irfan sahibi yetişkin pek çok genç evladını kaybetmiştir. Ama devrinin en kuvvetli donanmasıyla desteklenen düşman kuvvetlerinin Boğaz’ı geçmesine müsaade etmemiş “Çanakkale Geçilmez” vecizesini kanıyla tarihe yazmıştır.

Biz bu yazımızda Çanakkale’de cereyan eden savaşların çok kısa bir özetini vermeye ve Yüce Atatürk’ün bu savaşlarda kazandığı başarıları belirtmeye çalışacağız.

2. ÇANAKKALE BOĞAZI VE STRATEJİK ÖNEMİ

Çanakkale Boğazı Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı ile birlikte Akdeniz’i Karadeniz’e bağlayan bir su yoludur. Uzunluğu 62 km. dir. Genişliği 1200 m. ile 7000 m. arasında değişir. En dar yeri Çanakkale-Kilitbahir arasında 1.200 m. dir.

Çanakkale Boğazı Akdeniz’i Karadeniz’e bağladığı gibi Asya’yı Avrupa’ya da bağlar. Nitekim MÖ. 480’de Keyhüsrev Pars Ordusunu, MÖ. 334 İskender Ordusunu Avrupa’dan Asya’ya Çanakkale Boğazı yoluyla geçirdiği gibi Osmanlılar da MS. 1356’da Avrupa’ya Çanakkale Boğazı üzerinden geçmişlerdir.

Bu nedenlerle Çanakkale Boğazı Tarih boyunca stratejik önem taşımış busu yoludur. Bugün de aynı derecede önemlidir.

3. ÇANAKKALE MUHAREBELERİNİN YAKIN TÜRK TARİHİ VE BİRİNCİ DÜNYA HARBİ’NDE CEREYAN EDEN TÜRK SAVAŞLARI İÇİNDE KRONOLOJİK YERİ

1683 Viyana bozgunundan sonra Osmanlı Ordusu bir dizi yenilgiye uğramıştır. Arada bazı zaferler (1711 Prut gibi) kazanılmış ise de bilanço yenilgiden yana ağır basar. Özellikle 1912-1913 Balkan Harbi’nde uğranılan ağır yenilgi Türk Ulusunu kalbinden yaralamış, yasa boğmuştu.

Balkan yenilgisinden iki yıl sonra Birinci Dünya Harbi’ne giren Türk Ordusu harbin ilk yılında birbirini izleyen üç mağlubiyete uğradı:

BİRİNCİSİ: Irak cephesinde İngilizler 9 Aralık 1914’te 38’nci Tümenimizi, 48 Subay 930 er ve erbaş mevcudiyle kayıtsız şartsız esir aldılar.

İKİNCİSİ: Başkomutan Vekili Enver Paşa, Alman Genel Karargahının etkisinde kalarak 3’ncü Türk Ordusu ile 22 Aralık 1914’te Erzurum’dan Sarıkamış yönünde büyük bir taarruza girişmiş, mevsimin kış, havanın çok soğuk, arazinin dağlık olması, eratın kış teçhizatından tamamen mahrum bulunması nedeniyle bu harekat 15 Ocak 1915’te ağır bir yenilgiyle sonuçlanmış, 3’ncü Ordu 90.000 zayiat vererek geri çekilmek zorunda kalmıştı.

ÜÇÜNCÜSÜ : Süveyş Kanalı Alman Başkomutanlığının çok önem verdiği stratejik bir hedefti. Çünkü İngilizler Hindistan ile irtibatlarını Süveyş yoluyla sağlıyorlardı. Bu irtibatı kesmek için Türk Ordusunu Süveyş’e taarruza zorladılar. Bahriye Nâzın ve 4’ncü Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın yönettiği Birinci Kanal Taarruzu 3 Şubat 1915 günü Türk Ordusunun yenilgisi ve geri çekilmesiyle sonuçlandı.

Kısacası harbe girişimizin ilk üç ayında Türk Ordusu birbirini izleyen üç ağır yenilgiye uğramıştı. Çanakkale’de kazanılan zafer bu felâketler zincirinden sonra Ordumuza ve Ulusumuza yeni bir ruh, kendine güven ve moral kazandırmış, harbi 4 yıl sürdürmemizi sağlamıştır.

4. ANLAŞMA DEVLETLERİNİN AMAÇLARI

Anlaşma devletlerinin Çanakkale Boğazı’na taarruzdaki amaçları şöyle sıralanabilir.

a. Rusya’ya yardım

b. İstanbul’u işgal ederek Osmanlı İmparatorluğu’nun harpten çekilmesini sağlamak.

c. Marn Meydan Muharebesi’nden sonra Batı Cephesinde duraksayan, siper Savaşına dönüşen harbi yeni bir cephe açarak hareketlendirmek.

d. Rusya’nın Karadeniz limanlarında yığılan buğday stoklarını Fransa’nın Akdeniz limanlarına naklederek Batı Cephesindeki askerlerin beslenmesini sağlamak.

5. TAHSİS EDİLEN KUVVETLER

İşte bu amaçlarla İngiliz Harp Kabinesi 28 Ocak 1915’te Çanakkale Boğazı’na taarruza karar verdi ve deniz kuvveti olarak bu harekâta 13’ü İngiliz 4 Fransız toplam 17 muharebe gemisi, 1 muharebe kruvazörü, 6 muhrip, 14 mayın arama tarama gemisi, bir uçak ana gemisi tahsis etti.

Kara kuvveti olarak başlangıçta İngiliz deniz tümeni ile bir Fransız tümeni tahsis edilmişti. Sonra 29’uncu İngiliz Piyade Tümeni de bu cephede görevlendirildi.

Alınan karara göre Donanma Çanakkale Boğazı’nı zorlayarak geçecek arkadan gemilerle getirilen iki tümen İstanbul’un işgalinde kullanılacaktı.

6. TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNİN SAVUNMA TERTİPLERİ

Çanakkale Boğazı’ndaki savunma tertibatımızın bel kemiğini Çanakkale Müstahkem Mevkii teşkil ediyordu. Mart 1915 tarihinde Çanakkale Müstahkem Mevkii emrinde 27 batarya halinde teşkilatlanmış muhtelif çapta yaklaşık 200 top ve bir Mayın Grubu vardı.

Topların çoğu eski adi ateşli toplardı; menzilleri çok kısa idi (7-8 km.). Bir bölümü de eski harp gemilerinden çıkarılmıştı.

Mayın Grubu’nun emrinde İntibah Mayın Gemisiyle Giresun Mayın Depo Gemisi ve birkaç motorbot vardı. Almanya’da mayın gemisi olarak yaptırılmış olan Nusret de 3 Eylül 1914’te Türkiye’ye gelmiş ve Çanakkale Boğazı Mayın Grubu emrine verilmişti.

Boğaz topçusu üç grup halinde tertiplenmişti.

BİRİNCİ GRUP : Methal Grubu; Anadolu yakasında Kumkale, Orhaniye, Avrupa yakasında Ertuğrul, Sedülbahir olmak üzere dört bataryadan oluşuyordu.

İKİNCİ GRUP : Merkez Grubu Boğaz’ın her iki yakasındaki beşer tabyadan oluşuyordu.

ÜÇÜNCÜ GRUP: Bu iki grubun arasında bulunan Ağır Obüs Grubu idi. Bunlar sık sık yer değiştiren seyyar toplardı.

Müstahkem Mevki Komutanlığı emrine kara kuvveti olarak 9’ncu II’nci tümenler verilmişti. Başlangıçta her iki tümenin de karargahı Anadolu yakasındaydı. Gelibolu Yarımadası’nın batı kıyılarını 9’ncu Tümen’in 26’ncı ve 27’nci Alayları koruyacaktı.

Anlaşma devletlerinin Boğaz’a taarruz ihtimali artınca Tekirdağ’da bulunan 19’ncu Tümen de Maydos’a getirilmiş (25 Şubat 1915) ve Tümen Komutanı Kur. Yarbay Mustafa Kemal, 26’ncı 27’nci alaylar da emrine verilerek Maydos Grubu Komutanı olarak görevlendirilmiştir.

Mayın Grubu Merkez tabyaları önünde Boğaz’ın talvek hatuna dikey 10 mayın hattı döşemiş bu on hatta 350 mayın dökmüştü.

Şubat ayında cereyan eden muharebelerden alınan izlenimlere göre 8 Mart 1915 sabahı Nusret Mayın Gemisi Erenköy koyuna Poyraz Lodos istikametinde 26 mayın dökmüştü. Bu mayınların 18 Mart sabahı döküldüğü artık efsaneleşmiştir. Efsaneler gerçeklerden daima daha kuvvetlidir. Ama ben yine de Müstahkem Mevki Komutanlığı’nın harp ceridesinden aldığım 8 Mart tarihini söylemeden geçemedim.

7. BOĞAZ’A İLK TAARRUZ VE BUNU İZLEYEN HAREKETLER

Türkiye’nin Karadeniz olayı (29 Ekim 1914) ile harbe girmesinin hemen akabinde İtilâf devletlerinin birkaç muharebe gemisi 2 Kasım günü methal bataryalarını bombardıman etmiş bundan sonra 19 Şubata kadar hiçbir hareket olmamıştı.

19 Şubat günü 7 muharebe gemisinden oluşan bir filo methal bataryalarını bombardıman ederek Boğaz’a taarruzu başlatmış oldu.

İlk taarruz için bu 19 Şubat gününün seçilmiş olması tarihi bir olaya dayanıyor. 19 Şubat 1807’de bir İngiliz Filosu Kurban Bayramı olmasından yararlanarak Çanakkale Boğazı’nı geçmiş, Kızıl Adalara kadar gelmiş, bir hafta sonra geri dönmüş, Boğaz’dan çıkarken epeyi hırpalanmıştı. İngilizler bu tarihi günü seçmekle herhalde filolarındaki mürettebatın moralini yükseltmek istemişlerdi.

19 Şubat bombardımanında istenilen sonuç elde edilemediğinden harekat 25 Şubat’ta tekrar edildi ve bu kez medhal bataryaları tamamen susturuldu. Sonra kıyıya tahrip müfrezeleri çıkarılarak susturulan toplar teker teker tahrip edildi.

25 Şubat’tan sonraki günlerde düşman Erenköy Koyuna kadar sokularak merkez bataryalarını ateş altına aldı ve mayınları temizlemeye çalıştı.

8. 18 MART BOĞAZ MUHAREBESİ VE SONUCU

Müttefik Filo Komutanı Amiral De Robeck Boğaza saldıracak 16 muharebe gemisini iki gruba ayırmıştı.

Birinci grupta bulunan 6 İngiliz, 4 Fransız gemisi A ve B olmak üzere iki hat halinde taarruz edecek, ikinci grupta bulunan 4 İngiliz muharebe gemisi 4 saat sonra Boğaz’a girecek ve Fransız gemilerinin yerini alacaktı.

18 Mart 1915 günü hava açık, deniz durgundu. Saat 10.30’da gemilerin Boğaz’a girmekte oldukları görüldü.

11.30’da gemiler bordo nizamında yerlerini aldılar ve cehennemi bir ateş başladı. Düşman gemileri ateş taksimi yapmışlardı. Her gemi bir tabyamızı ateş altına alıyordu. Menzilleri müsait olmadığından bizim topçumuz susmak zorundaydı. Sadece iki tabyamız (Derdonos ve Mesudiye) karşılık verebiliyordu.

Saatler ilerledikçe ve gemiler yaklaştıkça topçumuzun ateşi arttı ve isabetler kaydedildi. Gemilere önemli zayiat verdirildi. Bu arada tabii bizim tabyalarımız da isabet aldı.

Nihayet saat 14.00’de Fransız gemilerinden Suffren ağır yaralı olarak hızla Boğaz dışına çekilmeye başladı. İki kazmat tahrip edilmiş olan Bouvet onu izliyordu. Gaulois başı suya gömülü, Sancağa yatmış kendi gücüyle Boğaz dışına çıkmaya çalışmaktaydı. Bu sırada Bouvet’de iki patlama duyuldu. Mayına çarpmıştı. Koca gemi birkaç dakikada alabora olarak 600 mürettebatıyla sulara gömüldü.

Saat 16.00’da Inflexibel muharebe kruvazörü, 16.15’de Irresistible mayına çarptı.

Saat 17.50’de Amiral De Robeck filoya çekilme emri verdi. Çekilme sırasında Ocean muharebe gemisi mayına çarptı. Zaten topçu ateşiyle çok hırpalanmış olan gemi boşaltılarak kaderine terk edildi ve Türk topçusu tarafından batırıldı.

Yaklaşık 7 saat süren bu cehennemi ateş muharebesi sonunda müttefik filonun 3 muharebe gemisi (Bouvet, Irresistible, Ocean) batmış, 3 gemisi (Inflexible, Gaulois, Suffren) uzun süre savaşamayacak kadar hasara uğramıştı.

9. 5’NCİ ORDU’NUN KURULUŞU VE LİMAN VON SANDERS’İN SAVUNMA TERTİBİ

18 Mart Boğaz Muharebesinde ağır yenilgiye uğrayan düşmanın karaya asker çıkaracağına kesin gözüyle bakıldığından Türk Başkomutanlığı Gelibolu’da 5’nci Ordunun kurulmasına karar vermiş (23 Mart 1915) ve Ordu Komutanlığına Alman Generali Liman Von Sanders’i atamıştı. (25 Mart 1915)

26 Mart günü Gelibolu’ya gelen Liman Von Sanders emrindeki kuvvetleri üç gruba ayırdı.

BİRİNCİ GRUP: 5’nci, 7’nci tümenler Saros bölgesinde,

İKİNCİ GRUP: 9’ncu Tümen Gelibolu Yarımadasında,

ÜÇÜNCÜ GRUP: 3’ncü ve 11’nci tümenler Boğaz’ın Anadolu yakasında,

Süvari Tugayı: Saros Körfezi’nin Kuzey kıyılarını gözetlemekte,

19’ncu Tümen : Bigalı Bölgesinde Ordu ihtiyatında.

10. 19’NCU TÜMEN KOMUTANI KUR.YARBAY MUSTAFA KEMAL

Birinci Dünya Harbi başladığında Atatürk Sofya’da Ataşemiliter olarak bulunuyordu. Türkiye fiilen harbe girince derhal Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya başvurarak Ordu’da fiili görev almak istediğini bildirdi. Enver Paşa: “Sizin için her zaman Ordu’da bir görev vardır. Ancak Sofya Ataşeliği çok önemli olduğundan sizi orada tutuyoruz” şeklinde cevap verdi. Buna çok üzülen Atatürk, Enver Paşa’ya şunları yazdı:

“Vatanın müdafaasına ait fiili vazifelerden daha mühim ve mübeccel bir vazife olamaz. Arkadaşlarım muharebe cephelerinde ateş hatlarında bulunurken ben Sofya’da Ataşemiliterlik yapamam. Eğer birinci sınıf zabit olmak liyakatinden mahrumsam, kanaatiniz bu ise lütfen açık söyleyiniz.”

Bunun üzerine Tekirdağ’da yeni kurulan 19’ncu Tümen Komutanlığı’na atandığını bildiren teli alan Atatürk, derhal İstanbul’a geldi ve 2 Şubat 1915 günü yeni görevine başladı. Gelibolu’da bulunan 3’ncü Kolordu Komutanı 19 Şubat bombardımanı üzerine karargahıyla 19’ncu Tümen’in Tekirdağ’dan Maydos’a intikal etmesini emretti. Burada emrine iki alay (26, 27) daha verilerek Maydos Grubu Komutanlığıyla görevlendirilen Atatürk, 18 Mart Boğaz Muharebesinde harekâtı karadan izlemekle yetindi. Sonra 5’nci Ordu kurulunca Liman Paşa’nın aldığı yeni savunma tertibine göre bu ordunun ihtiyat tümeninin komutanı olarak karargahıyla Bigalı bölgesine intikal etti.

11. KARAYA ASKER ÇIKARILMASI VE ARIBURNU MUHAREBELERİ

25 Nisan 1915 sabahı düşman Sedülbahir ve Arıburnu kıyılarına asker çıkarmaya başladı, İngiliz, Fransız birlikleri Seddülbahir’e Anzak Kolordusu Arı-burnu’na çıkıyordu. Kıyıda bulunan kuvvetler gözetleme ile görevli küçük müfrezelerden ibaretti. Çıkan düşmana karşı koyacak güçte değildiler.

Gemi toplarının seslerinden kıyıda bir şey olduğunu sezinleyen Atatürk, 9’ncu Tümen Komutanı’ndan kıyıya asker çıkarıldığını, çıkan düşmana taarruz etmekte olduğunu bir tabur ile kendisine yardım edilmesini isteyen raporu alınca derhal 57’nci Piyade Alayı çıkarma yerine hareket etti. Kocaçimen tepesine vardığında erata istirahat vererek Conkbayırı’na gitti. Burada cepheden kaçan eratla karşılaştı. Onları durdurdu. Alayın en öndeki bölüğünü marş marşla Conkbayırı’na getirerek 261 rakımlı tepeden Conkbayırı’na ilerleyen düşmana taarruz etti. Bu taarruz karşısında düşman kıyıya kadar çekilmek zorunda kaldı. Bu Atatürk’ün Çanakkale muharebelerindeki ilk başarılı müdahalesidir.

Bu 25 Nisan günü Atatürk, tümenine verdiği taarruz emrinde “Size ben taarruz emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve kumandanlar kaim olabilir.” diyordu. Akşama kadar çetin savaşlar cereyan etti. 19’ncu Tümen bütün kuvvetleriyle Arıburnu cephesine angaje oldu. Bu çetin savaşlar sırasında birliklerine verdiği emirlerin birinde Atatürk,

“Benimle beraber burada muharebe eden bilcümle askerler katiyen bilmelidirler ki, bize verilmiş olan bilcümle askerler katiyen bilmelidirler ki, bize verilmiş olan namus vazifesini tamamen ifa etmeden bir adım geri gitmek yoktur. Rahat uyku aramanın, bu rahattan yalnız bizim değil, milletimizin ebediyen mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım,” diyordu.

Düşman Seddülbahir ve Arıburnu cephelerinde birkaç Km. den fazla ilerleme imkânı bulamayınca iki tümenli 9’ncu İngiliz Kolordusu’nu 6/7 Ağustos 1915 gecesi Anafartalar bölgesine çıkardı. Ordu Komutam bu bölgede bulunan 16’ncı Kolordu Komutanı Albay Feyzi Bey’e 7’nci ve 12’nci tümenlerle 8 Ağustos sabahı düşmana taarruz ederek denize dökmesini emretti. Fakat Albay Feyzi bu iki tümenin 25-30 km. mesafeden geldiğini, çok yorgun olduğunu, araziyi tanımadığını ileri sürerek taarruzu erteledi. Bunun üzerine Liman Paşa Feyzi Bey’i görevinden alarak yerine bilgisine ve cesaretine çok güvendiği Albay Mustafa Kemal’ atadı.

9 Ağustos 1915 sabahı saat 4.10’da Anafartalar Grup Komutanlığı görevini üstlenen Atatürk düşmana taarruz ederek kıyıdaki ilk tepeler hattına kadar geri attı. Ertesi gün taarruza devam ederek düşmanı denize dökmeyi plânlarken birden ANZAK Kolordusuna mensup birliklerin güney yanına saldırıya hazırlanmakta olduklarını fark etti. 7., 12’nci tümenlerin taarruzunu durdurdu, kendisi o gece 8’nci Tümen Karargahının bulunduğu Conkbayırı’na gitti. 10 Ağustos sabahı 8’nci Tümen ile yaptığı karşı taarruzla Anzak birliklerini geri attı. Böylece Anafartalar bölgesine hakim arazinin Türk birlikleri elinde kalmasını sağladı. Bunun üzerine Akdeniz Seferi Kuvvetleri Komutanı General Hamilton, 10 Ağustos günü akşamı artık taarruza devamın bir yaran olmayacağı düşüncesiyle bütün cephelerde savunmaya geçilmesini emretti. Böylece Çanakkale cephesinde bir durgunluk meydana geldi.

Bu durgunluk sırasında Başkomutan Vekili Enver Paşa cepheyi ziyaret etti. Bütün büyük karargâhlara uğradığı halde Anafartalar Grup Komutanlığı’na gelmedi. Bunu onur meselesi yapan Atatürk, Ordu Komutanı’na istifasını verdi. Bu olay Atatürk’ün kişisel onuruna ne kadar düşkün olduğunu göstermesi bakımından ilginçtir. Ama istifa dilekçesini alan Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in tutumu daha da ilginçtir.

Liman Paşa derhal Enver Paşa’ya şu mektubu yazar:

“Ekselans

Enver Paşa,

Osmanlı İmparatorluğu Ordusu ve Donanması Başkomutan Vekili, Zatı Şahane’nin Yaver-i Ekremi,

Ekselansınıza Albay Mustafa Kemal Bey’in yazılı bir dilekçe ile hizmetten ayrılmasını dilemiş olduğunu bildirmekle şeref duyarım.

Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Kemal Bey’i Vatanının bu büyük savaşta hizmetlerine muhakkak surette muhtaç olduğu, çok müstesna kabiliyetli, becerikli ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir ettim.

Albay Mustafa Kemal Bey, beş ay önceki ilk karaya çıkış hareketinden beri 19’ncu Tümen’in başında parlak şekilde savaşmış ve İngilizlerin Anafarta kanadında son büyük çıkarma hareketleri esnasında müşkül bir anda kumandayı üzerine almak zorunda kalmıştır. Çünkü bu hususta görevlendirilmiş olan 16’ncı Kolordu Komutam 7’nci ve 12’nci tümenlerle hücuma geçmesi için verilen mükerrer emirleri yerine getirmemiştir.

Albay Mustafa Kemal Bey, burada da görevini o kadar büyük bir cesaret ve iyi, açık bir tertibat ile ifa etti ki, kendisine -vazifem icabı olarak- takdirimi ve şükranımı tekrar tekrar ifade ettim.

Albay Mustafa Kemal Bey, ayrılmak istiyor. Çünkü Ekselanslarının, İmparatorluk Ordusu Başkomutan Vekili ve en yüksek üstünün güvenine sahip olmadığı kanısındadır. O, bilhassa Ekselansınızın son defa burada bulundukları sırada diğer üç grup komutanını ziyaretinizle şereflendirirken -O zaman ve halen hasta bulunmasına rağmen- kendisini aramamış olmamızdan bunun çıktığına inanıyor.

Ben Albay Mustafa Kemal Bey’e ziyaretin sırf zamanın darlığı yüzünden yapılmadığını ve Ekselansınızın kendisinin hizmetlerini her halde takdir ettiklerini ifade ettim.

Şimdilik ilişikte sunmadığım ayrılma dilekçesini Ekselansınızın güvenini belirtmek suretiyle reddetmek lütfunda bulunmanızı rica ediyorum.

                                                                                Ekselanslarının en derin hürmetkarı                                                                                           Limon Von Sanders

 

Bunun üzerine Enver Paşa Atatürk’e bir geçmiş olsun teli, Atatürk de O’na teşekkür teli çeker konu kapanır.

Bu olay Ekim 1915 sonlarında cereyan etmişti. Bundan bir ay sonra, Atatürk’ün vekil olarak komuta ettiği 16’ncı Kolordu Komutanlığı’na bir Alman Generali (Kannengisser) atanır.

Zaten bir süredir genel karşı taarruz önerisinde bulunan fakat bir türlü bunu üstlerine kabul ettiremeyen Atatürk, bir de Alman Generali emrine verilmesine çok üzülür, tekrar istifa eder.

Bu kez de Liman Von Sanders araya girer, istifayı reddeder, Atatürk’e bir ay hava değişimi verilmesini sağlar. Böylece 10 Aralık 1915 günü Atatürk, İstanbul’a gelir. Bir ay sonra, Ocak 1916 başında düşman Gelibolu Yarımadası’nı tamamen boşaltır. Böylece Çanakkale Cephesi, Türk Ordusunun galibiyetiyle kapanmış olur.

Gelibolu Yarımadası’nda 8.5 ay devam eden muharebeler sadece Osmanlı başkentini kurtarmakla kalmamış, harbin akışını değiştirmiş, dört yıl sürmesine, Rusya’da, Çarlığın çökmesine neden olmuştur. Türk milletinin kendine güvenini arttırmış, Atatürk’ün bu muharebelerde haklı olarak kazandığı Anafartalar Kahramanı unvanı Türk Kurtuluş Savaşı’nda Ulusun- O’nun etrafında toplanmasını sağlamıştır.

Bu muharebelerde yaşamlarını yitiren şehitlerimizi ve gazilerimizi rahmet ve minnetle anıyor sözlerime, Atatürk hakkında resmi İngiliz harp tarihinden bir alıntıyla son vermek istiyorum:

“Liman Von Sanders’in bugün Türkiye’yi idare etmekte olan ve o zaman bir tümen komutanlığında bulunan mukadderatın adımından olduğu kuvvet ve ilhamın yüksek değerine paha biçmek imkânsızdır.

ANZAK Kolordusu’nun 25 Nisan’dan ilk ihraç gününde, hedefini zapt etmeye muvaffak olamayışının en birinci amili bu subayın vaziyete hâkim olmasıdır.

9 Ağustos’ta kuzey mıntıka komutanlığına atanarak burada gösterdiği yüksek cesaretli hareketler 9’ncu kolordunun ilerlemesini durdurmuştur.

24 saat sonra Conkbayırı’nda yaptığı çok parlak bir karşı taarruz sonunda Türkler zapt edilemez bir mevziiye yerleşmişlerdir.

Tarihte bu tümen komutanının üç ayrı yerde vaziyete hâkim olarak yalnız bir muharebenin gidişini değil, aynı zamanda bir seferin akıbetini ve belki bir milletin mukadderatını etkilemesine nadiren tesadüf edilir.” 

Emekli Tuğgeneral Fahri Çeliker

Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 30, Cilt: X, Kasım 1994, Çanakkale Zaferi'nin 80. Yıldönümü Özel Sayısı

II

ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE ÖNEMİ

Çanakkale Muharebeleri, dünya tarihinde ender rastlanan deniz ve kara savaşlarından biridir. Siyasî açıdan, birçok emelin, ihtirasın, idealin düğümlendiği; askerî açıdan, insan gücünün, azminin, inancının yanısıra, âlet, edevat ve teçhizatının yeterince denge kuramadığı; vatanını savunanlarla istilâya gelenlerin birbirlerini boğazlamak, yok etmek üzere yarım milyonun üzerinde insanın hayatlarını kaybettiği veya sakat kaldığı ve sonuçları itibariyle de, geçmişte olduğu gibi, birçok yanlış hesabın suya düştüğü bir savaştır.

1071’de Alparslan’la Anadolu’da simgeleşen ve on yıl sonra, 1081 ‘de Çaka Bey’le Adalar Denizi adalarına ulaşan Türk hâkimiyetinin Anadolu’da sona erdirilmek istenmesinin en yeni ve en önemli denemesi de Çanakkale Savaşlarında olmuştur. Bu teşebbüsün yaklaşık 200 yıllık bir mazisi vardır. Ve en az 100 defa bu senaryo sahneye konmuş veya konulmak istenmiştir. Bir Fransız tarihçisiyle, bir Rus liderinin ifade ettikleri gibi Türklerin Anadolu’ya ayak bastıkları, hele hele Avrupa yakasına geçtikleri andan itibaren onları buralardan uzaklaştırmak için siyasî, askerî, iktisadî birçok manevraya girişilmiştir. Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başladığı andan itibaren de onun mirasına konma faaliyetleri yoğunlaşmıştır. Ama hemen her seferinde konu İstanbul ve Boğazlara geldiğinde, paylaşma şekli üzerinde anlaşmaya varılamamıştır1.

Nasıl Rusya 200 yıldan beri İstanbul’a ve Boğazlara sahip olmak için hemen hemen her 15-20 yılda bir Osmanlı Devleti’yle savaşa girmişse; nasıl İngiltere yaklaşık 100 yıldan beri Çanakkale Boğazı’nı aşarak İstanbul’a ulaşmak istemiş ve bu amaçla da 1807 yılında Amiral Duckworth komutasında bir filoyla İstanbul yakınlarına kadar gelip, birçok kayıpla geri dönmek zorunda kalmışsa, İmparator Napoleon da Avrupa ve Asya haritalarını değiştirip, dost ilân ettiği Osmanlı Mısır ve Suriyesini 1798’de işgal edip geri çekilmek zorunda kalınca, Anadolu’nun güneyinden gelemediği İstanbul’a bu defa Avrupa’dan, Balkanlar’dan gelmeğe kalkışmıştır. Bu amaçla da “Doğu’nun İmparatoru”, “Batı’nın İmparatoru” alkışları arasında Fransız ve Rus İmparatorları 1807 ve 1809 yıllarında Osmanlı Devleti’ni paylaşmaya kalkışmışlardır. Ancak, Rusya bozgunu ve Avrupa yenilgilerinden sonra, sürüldüğü Saint-Helene adasında yazdığı Hatıratında da belirttiği gibi, sona bırakılan İstanbul’a sıra geldiği zaman Napoleon, anlaşmayı imzalayamamış ve “Constantinople, Constantinople! Jamais, c’est l’Empire du monde” (İstanbul, İstanbul, asla. Burası dünyanın imparatorluğudur) demekten kendisini alamamıştır2. Yine bu münasebetle Osmanlı Devleti’yle anlaşmak ve Boğazlardan Rusya’ya karşı 200.000 asker çıkarmak zemini aradığı devirlerde, Ruslar için sık sık kullandığı “Kuzeyin Barbarian” tabirini bu paylaşma sıralarında bu defa Osmanlılar için kullanmakta tereddüt etmemiştir3.

Yeni bir deneme ise, 18 Nisan 1912 yılında, Trablusgarp’ta savaş hâlinde bulunan İtalyanlar tarafından yapılmıştır. 27 parçalık İtalyan donanması, Kumkale ve Seddülbahr açıklarında Türk tabyalarından açılan şiddetli top atışları karşısında Boğaz’dan içeri girememiş ve bir müddet sonra çekilmek zorunda kalmıştır.

İşte İngiliz, Fransız, Rus ve İtalyanların bütün bu başarısız denemeleri, Birinci Dünya Savaşı başlarında hepsinin oluşturdukları pakt içinde İngiliz ve Fransızlar ve beraberlerinde getirdikleri Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar tarafından son bir defa daha tekrarlanmıştır. Bu sefer müteferrik değil, müşterek çıkarlarla hareket edilmiştir. Amaç sadece Boğazları ele geçirerek İstanbul’a sahip olmak değil, aynı zamanda Rusya’nın yükünü hafifleterek doğrudan temasa geçmek; Balkanlar’da İtilâf güçlerine katılmamış olan mütereddit devletleri halka içine almak; buradan Osmanlı ordusuyla Alman ordusunun muhtemel temas ve sevkıyatını kesmek; Kafkaslar ve Doğu Anadolu’da Rusları rahatlatmak; Arap vilâyet veya eyaletlerinde Osmanlılara karşı girişilen harekâtta İngiliz, Fransız ve İtalyanlara kolaylık sağlamak ve nihayet Almanları da belirli ölçüde meşgul ederek Avrupa savaşlarında üstünlük elde etmektir. Bunların dışında, Osmanlı Devleti’nin birçok yerini de İtilâf Devletleriyle birlikte kendilerine muhtariyet veya istiklâl vaad edilen Araplar, Rumlar ve Ermeniler arasında paylaşmaktan ibarettir.

Bütün bu hesaplar, masa başlarında yapıldığı, bazı gerçekler gözden kaçırıldığı, mahallerindeki incelik ve özellikler düşünülmediği, Avrupalı’nın mantığında ölümcül bir hastalığa yakalanmış olan hasta adamın artık cevvaliyetini yitirdiği zehabıyla karşı koyacak güce sahip olmadığı ve özellikle de, özüne, canına kasdedilip boğazına sarılınca Türklerin neler yapabileceği unutulduğu için akamete uğramıştır.

Bir diğer yanlış hesap da, sadece denizden mi, yoksa hem denizden, hem de karadan müştereken mi Boğazlara saldırılacağı meselesi olmuştur. Trablusgarp ve Balkan Muharebelerindeki gibi Boğazlarda da fazla bir direnişle karşılaşmayacağını düşünen İngiltere ve Fransa, sadece deniz gücüyle taarruz etmekte yanıldıklarını çok geç olarak 18 Mart 1915’teki yenilgileriyle anlamışlardır. Daha sonra bu, hem deniz hem de kara gücü taarruzlanyla telâfi edilmeye çalışılmışsa da, İngiliz ve Fransız gemilerinden ve askerlerinden önemli bir kısmı helak olduğundan ve Türk tarafı sevkiyat için gerekli zamanı kazandığından başarılı olamamıştır.

Bütün bunların ötesinde ve 5. Ordu Komutanı Mareşal Liman von Sanders’in de dediği gibi, “Türklerin harp malzemesi bulabilmek için İngilizlerin ganimetlerinden faydalanmaya çalışmalarına, az olan kum torbaları yapmak için gönderilen çuvallarla yırtık elbiselerini yamamaya çalışmalarına”4 rağmen, onların kararlılıkları, ya şehit ya gazi olmak inancı ve güveniyle ölümü hiçe saymaları, birkaç dakika sonra öleceklerini bile bile ölüme koşarcasına gitmeleri, icap ettiği veya emredildiği anda, eri ve subayıyla en zor işe atılmaktan geri kalmamaları, savaşta bile dürüst, vefalı olabilmeleri, öldürmek için var güçleriyle üstlerine gittikleri düşmana mütareke sırasında müşfik davranabilmeleri de savaşın kaderini değiştiren en önemli unsurlardandır. İşte o iman ve azimle müstahkem mevki mayın komutanı Nazmi Bey’den aldığı emirle Nusret mayın gemisi süvarisi Yüzbaşı Tophaneli Kaptan Hakkı Bey, düşman gemilerinin arasından süzülerek Akyarlar’daki stratejik yerlere, gece karanlığında, mayınları sıralamış ve çağın en modern düşman savaş gemilerinden bazılarının 18 Mart’ta Boğaz sularında batmasını sağlamıştır. İşte, “Türk mevzileri yedi saatlik donanma ateşi altında imha edildi” veya “siperdekilerin tamamı tüfek atışlarıyla yok edildi” denildiği zaman ve yaralı da olsa, cephanesi kalmasa bile Mehmetçiğin doğrulup süngü savaşma kalkması. İşte, nesli tükenmek üzere olan gazilerin anlattığı, bazı kaynakların teyid ettiği ve bize bir hayal mahsulü gibi görünen olay: Ruh, beyin ve bedenî gücün birleşmesi, konsantre olması sonunda süngüsünü tam teçhizatlı düşmanının karnına saplayıp, başının üstünden arkaya aşıran ve böylece savaşa devam eden Mehmetçiğin halet-i ruhiyesi. İşte, atına yüklediği su bidonlarıyla karşılaştığı ve susuzluktan ölmek üzere olan iki yaralı İngiliz erine, savaş hattında bile belki ölürler düşencesiyle yavaş yavaş su içiren, fakat vazifesini de ihmal etmeyerek onları esir alıp suyu birliğine ulaştıran saka erinin tumumu5.

İşte, düşmanın stratejik bir tepeyi Conkbayırı’nı ele geçirmesi üzerine 10 Ağustos gecesi bir süngü taarruzuyla düşmanı püskürten Yarbay Mustafa Kemal’in savaş otoritelerini hayretler içinde bırakan dehası. İşte yine onun kumanda ettiği Türk askerinin kendi ifadesiyle erişilmez halet-i ruhiyesi:

“Biz, kişilerin kahramanlık sahneleriyle ilgilenmiyoruz.Yalnız size Bombasını hadisesini anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulamamacasına kamilen düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar gıptaya şayan bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir korku ve endişe bile göstermiyor, sarsılmak yok. Okumak bilenler ellerinde Kur’ân-ı Kerim, Cennet’e girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şahadet getirerek yürüyorlar. Bu Türk askerindeki ruh kudretini gösteren hayrete değer ve tebrike yaraşır bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazanan bu yüksek ruhtur.”

İşte, Balkanlar’da olduğu gibi birbirlerine fikir, moral ve asker veren iki değerli kardeşin, Esat ve Vehib Paşaların kahramanlık destanları.

İşte, 18 Mart’ta düşman gemilerinin Rumeli Mecidiyesi yakınlarında bir sığınaktaki cephaneliği havaya uçurduğu zaman numara erleri Seyid ve Ali’nin inanılmaz iradeleri. 215 okka (276 kg)hk gres yağına bulanmış üç mermiyi Seyid’in sırtlayıp top namlusuna sürmeleri ve etrafı kana bulayan Ocean isimli gemiyi batırma efsaneleri6 ve daha yüzlercesi!..

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Çanakkale’de İngiliz ve Fransızlar hem deniz, hem de karada ağır yenilgilere uğramış ve geldikleri gibi gitmişlerdir. Yaklaşık 500.000 civarında (400.000 İngiliz, 79.000 Fransız) asker sevketmişler ve bunların yarısından fazlasını kaybetmişlerdir. Boğazlar kanalıyla müttefiklerle irtibat kuramayan ve Doğu Anadolu’da ilerleyip, Avusturya-Macaristan’da ezici mağlubiyetlere uğrayan Rusya’da daha sonra ihtilâl çıkmış ve savaşı terketmek zorunda kalmıştır. Fransız, İngiliz ve İtalyan saldırıları da Avrupa’da kırılmış ve çok zayiat vermişlerdir7.

Müttefikler Boğazları geçemeyip İstanbul’a sahip olmasalar bile, Osmanlı Devleti de müttefiklere yakın şehit ve zayiat vermiş ve bu sebeple de daha sonraki yıllarda birçok eyalet ve vilâyetini ve savaşı kaybetmiştir.

Burada son olarak şunu da belirtmek gerekir ki, İtilâf Devletleri tarafından kendilerine muhtariyet veya istiklâl vaad edilen Balkanlar’daki halklarla birlikte, Araplar, Rumlar, Ermenilerden bazıları, siyasî açıdan, birçok mücadeleden ve birçok sene sonra bağımsızlığa kavuşmuşlarsa da, İtilâf Devletlerinin iktisadî, ticarî, kültürel emperyalizminden kurtulamamışlar ve aradan yaklaşık üç çeyrek asır geçmiş olmasına rağmen hemen hemen hepsi hâlâ kendilerini toparlayamamışlardır.

1 Konuyla ilgili olarak müracaat edilebilecek eserlerden bazıları: Djuvara, Cent Projets de partage de la Turquie, Paris, 1914; Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara, 1951, c.II, 3. Kısım; Bekir Sıtkı Baykal, XIX. Asrın Sonuna Kadar Akdeniz’de Hakimiyet Davası, Ankara, 1938.

2 Adolfe Tiers, l’Histoire du Consulat et de l’Empire, Paris, Paulin, 1845-1869, c. VII, s. 654.

3 Oevres de Napoleon Ier â Saint-Helene, Supplement â la Correspondance Politique de Napoleon Ier, Paris, 1858-1869, c. XXX, s. 229-402...

4 Liman von Sanders, Fünf Jahre Türkei, s. 97, zikreden Besim Darkot, İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1988, c.3. s. 351.

5 İhsan Ilgar Çanakkale Savaştan 1915, Ankara, 1982, s. 162-163.

6 Fikret Günesen, Çanakkale Savaşları, İstanbul, 1986, s. 78-80, 168...

7 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara, 1983, İkinci baskı, cilt III, kısım 2, s. 506-507, 537.

Prof. Dr. Azmi Süslü *

* Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi, Atatürk Araştırma Merkezi Eski Başkanı

Kaynak: ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 20, Cilt: VII, Mart 1991